Mimar Sinan Üniversitesinde “Hey
teacher!” olarak çalışan A. Sinan Güler bizim okulla tek bağlantımız. Onu
sosyal medyadan tanımamıza rağmen çok gerçek, hem de hayatın içinden biri.
Sanat okuluyla ilgili sorularımızı içtenlikle yanıtlayacağını bildiğimiz birini
bulduğumuz için de çok mutluyuz.
Uzun
zaman sanat çevresinin dışındaydım. Geçtiğimiz ay bu blog için bir çok galeri
ve söyleşiye katıldım. Hâlâ
aynı sanat çevresi kafasıyla karşılaştığım için çok hayal kırıklığı içerisindeyim.
Allahın Obama'sı bile kasmazken bizimkilerin atmosferde oksijen bırakmayan
tavırları nereden geliyor sence?
Öncelikle “sanat çevresi”
tamlamasındaki “sanat” kavramıyla ilişkili bir sorun olabilir bu. Bilindiği
üzere, Greko Romen Judeo Kristiyan gelenekte “sanat” yapılan bir şey iken,
belli bir tarihten sonra da olsa Greko Romen Judeo Kristiyan geleneğe öykünmeye
çalışmış bir çevrede, sanat, “yaratılan” bir şey olarak görülüyor hanidir. (Bu
arada “öykünmek” fiilini uzun zamandır kullanmamıştım, kendimi gecikmiş bir
modernist olarak hissettim.) Sanatın böyle bir şey (yani yaratılan bir şey)
olarak görülmesinin temel nedeni ise bence muhtemelen form bilgi ve algısının
eksikliği. Buna bir de, kurgusal bir hayatın/hayatların imkanlılığına olan düşkünlüğünü
eklerseniz ve toplumca, batılı tıpçı dostlarımızın “pseudologia fantastica” ve
“affluenza” olarak adlandırdıkları rahatsızlıklarla olan trajik ilişkilerini
düşünecek olursanız, bu insani kibir durumlarını, “göğe bakma durağında
beklemek edimi” ile “Hüseyin Avni Dede Melankolisi” arasına sıkışıp kalmış
ruhların çaresizliğinin bir tür dışavurumu/ifadesi/ekspresyonu olarak düşünmek
mümkün görünüyor. Bence.
Bizim
zamanımızda hocalar derslerde saatlerce konuşurlardı. Daha çok uygulamalı
dersleri severdik. Ya da slaytlarla anlatılanları. Sen sanat tarihi
eğitmenisin. Derslerde İzlenimciliğin ötesine geçmeyi başarabildiniz mi?
Elbette. Hatta yıllar önceden
kalma bir ekşi sözlük entrisi der ki, “A. Sinan Güler, Michelangelo, Leonardo
da Vinci isimlerini, Roll ve Post Express dergilerini, Arnavutluk bayrağının
grafik yapısını aynı metrekare içinde anlatıp dersini renklendiren hoca.”
Gerçi, o kelimeler, dersi resmi olarak almayan ama misafir izleyici olarak
dersi aldığını beyan etmiş bir “itaatsiz” tarafından sarf edilmişti, ama olsun.
Ama bir dakika, bu arada, izlenimcilik dediğiniz nedir ki? Empresyonizm mi?
Eğer o ise, o 3. sınıf derslerinin konusu. Çağdaş Sanat dersinin konusu. O
dersi başka bir hoca veriyor, ben anlamam o konulardan. Ayrıca atölye hocaları
bilir o konuları da, ama onların da bazıları pek konuşmuyormuş artık, öyle
diyorlar. Ben Genel Sanat Tarihi öğretmeniyim. Tarih öncesinden Rokoko’nun
sonuna.
Sosyal
medyanın ihtişamlı gelişimiyle artık gencecik çocukların muhteşem resimlerine, illüstrasyonlarına, obje
tasarımlarına tanık oluyoruz. Neredeyse plastik sanatlarda da devrim
gerçekleşti. Kurumsal yapıların “On yıl beklemelisin sergi açmak için” tavrı
komik kaldı. Çünkü biz artık işleri
değil sergide yapılırken, facebook'ta görüyoruz. Okulda gençler nasıl yaşıyor
bütün bunları, daha rahatlamış hissediyorlar mı kendilerini?
Rahatlamak derken? Bu konuda
büyük bir umursamazlık mevcut tabi ki eskiye kıyasla. Ama hala pentür filan gibi demode işlerle uğraşmakta
ısrarcı olanları dünyaya kazandırabilmek için Lebriz.com’dan bir güncel sanat
sergisi eleştiri yazısı ya da 80’li bir sanat eleştirmeninin 80’ sonrasının
olanca fenalıkları ve kötülükleri ve sosyoekonomik koşulları temelinde dolaşan
bir kavramsal sanat sergi katalog metni veriyorum ödev olarak; kendilerini
benimsiyorlar, önemsiyorlar ve deneyimliyorlar. Hala rahatlamamış olanlara da
AICA üyesi bir eleştirmenle çıkmalarını tavsiye ediyorum.
Bir de
şunu çok merak ediyorum Türkiye'de sanat eleştirmeni var mı? Ne yer? Ne
içerler?
AICA deyince mi aklınıza geldi
bu soru? Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Sanat Eleştirmeni’nden ne kastettiğinizi
de gerçekten bilemiyorum. Pedagojik açıdan mı, piyasa açısından mı ele
almalıyız bu soruyu, onu da bilmiyorum. Erasmus ile Milano’ya filan gidenleri
oluyor aralarında galiba. Küratörleri sorun cevaplayayım ama sanat eleştirmeni,
beni aşar. Bazıları kalın kataloglar yazıyor, görüyorum, görmezden geliyorum.
Internette takip ediyorum.
Teşekkürler...