12 Mayıs 2015 Salı

Emre Özbay ile...


Emre'yle biz Sinek Kavanozu illüstrasyon grubundan tanışıyoruz.  Bu grup sayesinde şahane insanlar tanıdım, gayet sorunlu bir de sergi açtık.  Ama en çok uzun soluklu bir televizyon projesinde çalışırken birlikteydik. O, Kadıköylü olduğundan beri sadece sosyal medyadan ailecek beğenerek izliyoruz. Emre'ye sorabileceğim çok soru var aslında ama burası bir blog onun için kısa tutacağım. Umarım daha kapsamlı diyalogu kitap projemizde gerçekleştiririz.





Sen de freelance çalışıyorsun. Senaryo yazmaktan, animasyona, illüstrasyon çizmeye komple sanatçısın. Attığın twittlerle bir çok ajansın metin yazarını hayatını kurtardın diyebilirim. Türkiye'de freelance çalışmak inanılmaz zor,  Hiçbir kural yok gibi davranıyor müşteriler.  Çoğu zaman kendimi türkü kaseti mi çıkarsam? diye düşünürken buluyorum. Sen de  durumlar ne?

Türkü kasedi projem vardı. Ama çok revizyon geldi, yapımcı metinleri çok prezantabl bulmadı. Twitter konusunu anlayamadım. Ama freelance’çinin çilesi konusunda uzmanım. Fulltime deneyimim de çok, fakat ajans rekorum maksimum bir sene. Freelance çalışanlara illa ki 3 tavsiye verebilirim:

1- İlk görüşmeye elinizde bir Türkçe sözlükle gidin. İş verenler “avans” kelimesinin anlamını bilmiyorlar. Açlık sınırında değilseniz avans almadan hiç bir işe başlamayın. Çünkü çoğu işverenin, mecbur kalmadıkça ödeme yapmamak gibi bir ahlak anlayışı var. Ben, şahsen, avanslaaaaarla yaşıyorum. (Zeki Müren göndermesi içerir. O vurguyla okunacak)

2- Kenarda hep bir miktar paranız olsun. Taksit, kredi kartı gibi medeni dünya gereçleriyle ilişiğinizi kesin. Freelance çalışan insan, avcı, toplayıcı insandır. Av mevsimleri dışında topladığınla yaşarsın.

3- Asosyal bir insansanız (benim gibi) en azından siber sosyal olmak zorundasınız. Sosyal medya pezevengi olmaktan utanmayın. “Like” mafyalarına katılın. Facebook’ta beğenin, İnstagram'da sevin, Twitter’da sövmeyin. Diyorum ama ben daha başaramadım bu son ve zor şıkkı. Ben ettim siz etmeyin.

Televizyona metin yazıyorsun.Bir toplantıda Zeki Müren' le ilgili çok acayip bir projeni anlatmıştın, çok gülmüştük. Umarım bir gün hayata geçer. Senin bu Zeki Müren olan gözlemlerinin sebebini ya da temelini çok merak etmiştim, oh be şimdi soruyorum işte.

Bilmiyorum... Gizli gay olabilirim.... Veya 70’ler-80’ler boyunca annem evde sürekli Zeki Müren çaldığından olabilir. Sadece Zeki Müren değil, evde sürekli Ajda da çalıyordu. Gizli Ajda da olabilirim. Ama sonuçta hepimiz postmoderniz. Zeki Müren de böyle bir postmodern malzeme. Bizim neslin bundan başka malzemesi olmadı pek. Elimizdekilerle yaşıyoruz işte.




Banu'yla çok şahane bir çocuk olan Maya'yı büyütüyorsunuz. Uzaktan da olsa Maya'nın sanat faaliyetlerini takip ediyorum. Farklı disiplinleri birden alıyor,  bu da çocuk gelişimi için çok şahane bir şey. Yeni nesil nasıl sanat yapıyor biraz anlatır mısın?

Yeni nesil dediğin, okula başlayana kadar yeni nesil olarak kalıyor. Benim 16 yaş küçük kardeşimde de görmüştüm bu durumu. Çocuk, gayet kararlı ve rahat çizgilerle mesela bir Ninja Kaplumbağalar çiziyordu aklın durur. Ta ki ilkokula başlayana kadar. Aşırı zeki hocanın biri geldi buna “arama çizgileri” denen şeyin doğru çizim tekniği olduğunu dayattı. Yani aklınca eğitim vererek, çocuğun içgüdüsel yeteneğini yok etti.

Bir budist öyküsü (sufi versiyonu da vardır):  Aşırı ermiş bir guru, bir gölün etrafında öğrencileriyle birlikte dolaşmaktadır. Bir balıkçı kulübesinden gelen “mööö mööö” diye birtakım sesler duyarlar. İçeri girdiklerinde bir sefil balıkçının, oturmuş meditasyon yaptığını görürler. Adamcağız “om” mantrasını yanlış söylemektedir. Guru der ki “Ah benim cahil kardeşim. Sen o mantrayı yanlış söylüyorsun. Böyle inek gibi möö’leyerek eremezsin Nirvana'ya. Ommm diyeceksin ommm” (alaycı gülüşmeler). Cahil balıkçı çok utanır. Özürler diler. Ayrılırlar. Aşırı ermiş guru ve öğrencileri  “tsah alla allah yaaa” diye gülüşerek gölün öbür kıyısına varmışken, cahil balıkçı, gölün üzerinden koşarak onlara doğru yaklaşmaktadır. Bir yandan da seslenir, “Çok özür dilerim amirim! Ne diyecektik? Ben yine unuttum?” Dehşete düşen aşırı ermiş guru diz çöker, gözünde yaşlar, “Hass… Yok yok! Dediklerimi unut! Sen nasıl biliyorsan aynen öyle devam et. Sen işi çözmüşsün zaten!” der.


Genellikle röportajlar “gelecek projeleriniz neler?” diye biter ya bu bana çok saçma geliyor. Onun için sana daha saçma olan elinde sihirli değnek olsa kimi ya da neyi kovalardın? şeklinde sorayım.

Bu sihirli değnek sorusu çok turnusol bir soru. Zira bu soruya dürüst cevap veren çoğu insanın -ki aslında bence hepsi- aslında solcu olmadığı ortaya çıkıyor. Dürüst cevap vermek gerekirse, sihirli bir değneğim olsa çevreci diktatörlük kurardım. Yer üstünde otoyol, büyük şehir, sanayi merkezi bırakmazdım. Hepsini yeraltına alırdım. Yukarıda sadece ot böcek olacak. İnsanları da saygılı ve saygısız olarak bir güzel ayırırdım. Saygısıza her gün dayak.


Teşekkürler...

Hiç yorum yok: