23 Mayıs 2015 Cumartesi
Perdenin ardında!
Bulutlu Oda, Hale Güngör Oppenheimer' ın Pg Art Galeri'deki
ikinci kişisel sergisi. Galeriye
girdiğimizde bir sis perdesiyle karşılaşıyoruz. Perdeyi araladığımızda da raf,
çekmece, dolap gibi ev mobilyalarının resmedildiği tuvalleri görüyoruz. Sanatçı
bu eserlerinde ev, mülkiyet gibi kavramları irdelemiş.
Sanatçının, bir banyonun da betimlendiği akrilik
çalışmalarının yanı sıra karışık teknikle kağıt üzerine yaptığı çalışmaları da
galerinin duvarlarında görmek mümkün.
Oda, 31 Mayıs'a kadar ziyaretçilerini bekliyor.
22 Mayıs 2015 Cuma
Ekin Saçlıoğlu ve koleksiyonu...
Galeri X-ist'te dörde dört bir
sergi "Seç Sakla". İnsanın
saklama, biriktirme ve koleksiyon yapma tutkusundan yola çıkmış Ekin Saçlıoğlu.
Yeni Dünya, Barometz, Fosiller ve Antikalar serginin bölümleri.
Yeni Dünya, capcanlı bir mavi
tonunun kullanıldığı tuvaller ve üzerindeki egzotik kuşlardan oluşuyor. Silikon
ve saçlar kullanılarak yapılmış bir bitkiden ve yanı başındaki gerçek hayvan
toynaklarından yapılmış bir giysi askısından ibaret yerleştirme, Barometz ise
serginin köşe taşlarından.
Fosiller ise gerçek hayvan
kemiklerinden yapılmış, altın ve gümüş kaplama heykeller serisi. Bu heykellerin kara kalem çizimlerini de
görmek mümkün galeride. Antikalar bölümü
için de epey bir antikacı dolaşmış Saçlıoğlu. Antikacı dükkanının raflarını
fotoğraflayarak yapmış çizimlerini. Parfüm şişesi, saç fırçası ve biblolar
açıkça seçilebiliyor raflarda.
21 Mayıs 2015 Perşembe
Gizli şeyler!
Söylen(e)meyen, Merve Denizci'nin
ilk kişisel sergisi. Tuvallerde ve ekranlarda geleneksel tarzda bir evin banyo,
yemek odası vb. gibi farklı mekanlarına şahit oluyoruz. O durağan, beyaz tonun
hakim olduğu mekanların kahramanları ise küçük kızlar ve genelde kanlı hayvan
ölüleriyle başbaşalar. İfadesiz
yüzlerine karşın bu kızlar, insana acımayla
karışık bir ürperti duygusu hissettiriyor. Bu ifadesiz yüzler aynı zamanda bir
mağduriyet ve suçluluk hissiyle bakıyorlar.
Genç sanatçının çalışmaları, 30
Mayıs'a kadar C.A.M. Galeri'de görülebilir.
Zaman makinesi...
Modern hayatın koşturmacası içerisinde klasik eserlerle karşılaşsaydık ne hissederdik? Ukraynalı sanatçı Alexey Kondakov, bunu denemiş. Çağdaş Yaşamda Sanat
Tarihi serisi kapsamında resim sanatının klasiklerini şehir hayatının içine uygulamış. 2li Gerçeklik adını verdiğini bu çalışmalarda Bouguereau' nın Meleklerin Şarkısı'nı metroda görebilir; Holbein'in
Büyükelçileri'yle bir barda karşılaşabilirsiniz.
3,5,7,9 !
Darren Almond, 1971 İngiltere doğumlu. Çalışmalarında genelde
sayıları kullanan, kişisel hafıza ve zamanı ele alan sanatçının eserleri 14
Mayıs'tan bu yana Dirimart'ta izleyenleriyle buluşuyor.
Bir söyleşisinde, matematiğin soyutluğunu sevdiğini belirten Almond, bu kişisel
sergisinde de sayıları ön plana çıkarmış. Galaktik tabloları andıran diğer
akrilik çalışmalarını da bu sergide
görmek mümkün. Almond'ın eserleri, 6 Haziran tarihine kadar görülebilir.
Sempati ve empati arasında...
Defolu Empati'de insan ve hayvan figürlerini aynı tuvallerde
bir araya getirerek aralarındaki ilişkiyi, insanların hayvanlara bakış
açılarını anlatmaya çalışmış ilk kişisel sergisinde Arzu Eş. Hayvanlara duyduğumuz tüm sevgiye
rağmen, hayvan unsurunu insan ilişkilerinde bir aşağılama olarak kullanmamıza
ve bunun doğurduğu "defolu empati" ye değinmiş sanatçı.
Arzu Eş'in, tuvallerinde çizgi yerine el yazısı ile yazdığı
cümlelerin tekrarını görüyoruz. İlginç kolajların yanı sıra izleyiciyle
arasında bir bağ kurabildiği bir alan oluşturmuş kendine. Sergi, 20 Haziran'a
kadar Kare Sanat Galerisi'nde...
20 Mayıs 2015 Çarşamba
Sinan Güler ile...
Mimar Sinan Üniversitesinde “Hey
teacher!” olarak çalışan A. Sinan Güler bizim okulla tek bağlantımız. Onu
sosyal medyadan tanımamıza rağmen çok gerçek, hem de hayatın içinden biri.
Sanat okuluyla ilgili sorularımızı içtenlikle yanıtlayacağını bildiğimiz birini
bulduğumuz için de çok mutluyuz.
Uzun
zaman sanat çevresinin dışındaydım. Geçtiğimiz ay bu blog için bir çok galeri
ve söyleşiye katıldım. Hâlâ
aynı sanat çevresi kafasıyla karşılaştığım için çok hayal kırıklığı içerisindeyim.
Allahın Obama'sı bile kasmazken bizimkilerin atmosferde oksijen bırakmayan
tavırları nereden geliyor sence?
Öncelikle “sanat çevresi”
tamlamasındaki “sanat” kavramıyla ilişkili bir sorun olabilir bu. Bilindiği
üzere, Greko Romen Judeo Kristiyan gelenekte “sanat” yapılan bir şey iken,
belli bir tarihten sonra da olsa Greko Romen Judeo Kristiyan geleneğe öykünmeye
çalışmış bir çevrede, sanat, “yaratılan” bir şey olarak görülüyor hanidir. (Bu
arada “öykünmek” fiilini uzun zamandır kullanmamıştım, kendimi gecikmiş bir
modernist olarak hissettim.) Sanatın böyle bir şey (yani yaratılan bir şey)
olarak görülmesinin temel nedeni ise bence muhtemelen form bilgi ve algısının
eksikliği. Buna bir de, kurgusal bir hayatın/hayatların imkanlılığına olan düşkünlüğünü
eklerseniz ve toplumca, batılı tıpçı dostlarımızın “pseudologia fantastica” ve
“affluenza” olarak adlandırdıkları rahatsızlıklarla olan trajik ilişkilerini
düşünecek olursanız, bu insani kibir durumlarını, “göğe bakma durağında
beklemek edimi” ile “Hüseyin Avni Dede Melankolisi” arasına sıkışıp kalmış
ruhların çaresizliğinin bir tür dışavurumu/ifadesi/ekspresyonu olarak düşünmek
mümkün görünüyor. Bence.
Bizim
zamanımızda hocalar derslerde saatlerce konuşurlardı. Daha çok uygulamalı
dersleri severdik. Ya da slaytlarla anlatılanları. Sen sanat tarihi
eğitmenisin. Derslerde İzlenimciliğin ötesine geçmeyi başarabildiniz mi?
Elbette. Hatta yıllar önceden
kalma bir ekşi sözlük entrisi der ki, “A. Sinan Güler, Michelangelo, Leonardo
da Vinci isimlerini, Roll ve Post Express dergilerini, Arnavutluk bayrağının
grafik yapısını aynı metrekare içinde anlatıp dersini renklendiren hoca.”
Gerçi, o kelimeler, dersi resmi olarak almayan ama misafir izleyici olarak
dersi aldığını beyan etmiş bir “itaatsiz” tarafından sarf edilmişti, ama olsun.
Ama bir dakika, bu arada, izlenimcilik dediğiniz nedir ki? Empresyonizm mi?
Eğer o ise, o 3. sınıf derslerinin konusu. Çağdaş Sanat dersinin konusu. O
dersi başka bir hoca veriyor, ben anlamam o konulardan. Ayrıca atölye hocaları
bilir o konuları da, ama onların da bazıları pek konuşmuyormuş artık, öyle
diyorlar. Ben Genel Sanat Tarihi öğretmeniyim. Tarih öncesinden Rokoko’nun
sonuna.
Sosyal
medyanın ihtişamlı gelişimiyle artık gencecik çocukların muhteşem resimlerine, illüstrasyonlarına, obje
tasarımlarına tanık oluyoruz. Neredeyse plastik sanatlarda da devrim
gerçekleşti. Kurumsal yapıların “On yıl beklemelisin sergi açmak için” tavrı
komik kaldı. Çünkü biz artık işleri
değil sergide yapılırken, facebook'ta görüyoruz. Okulda gençler nasıl yaşıyor
bütün bunları, daha rahatlamış hissediyorlar mı kendilerini?
Rahatlamak derken? Bu konuda
büyük bir umursamazlık mevcut tabi ki eskiye kıyasla. Ama hala pentür filan gibi demode işlerle uğraşmakta
ısrarcı olanları dünyaya kazandırabilmek için Lebriz.com’dan bir güncel sanat
sergisi eleştiri yazısı ya da 80’li bir sanat eleştirmeninin 80’ sonrasının
olanca fenalıkları ve kötülükleri ve sosyoekonomik koşulları temelinde dolaşan
bir kavramsal sanat sergi katalog metni veriyorum ödev olarak; kendilerini
benimsiyorlar, önemsiyorlar ve deneyimliyorlar. Hala rahatlamamış olanlara da
AICA üyesi bir eleştirmenle çıkmalarını tavsiye ediyorum.
Bir de
şunu çok merak ediyorum Türkiye'de sanat eleştirmeni var mı? Ne yer? Ne
içerler?
AICA deyince mi aklınıza geldi
bu soru? Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Sanat Eleştirmeni’nden ne kastettiğinizi
de gerçekten bilemiyorum. Pedagojik açıdan mı, piyasa açısından mı ele
almalıyız bu soruyu, onu da bilmiyorum. Erasmus ile Milano’ya filan gidenleri
oluyor aralarında galiba. Küratörleri sorun cevaplayayım ama sanat eleştirmeni,
beni aşar. Bazıları kalın kataloglar yazıyor, görüyorum, görmezden geliyorum.
Internette takip ediyorum.
Teşekkürler...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)